19 Ağustos 2017 Cumartesi

Orhan Gazi Dönemindeki Gelişmeler

Orhan Gazi, Osman Gazi’den sonra 1326 yılında devletin başına geçerek, uzun yıllar kuşatma altında tutulan Bursa’yı fethederek başkent yapmıştır. Bursa, ipek ticareti açısından çok önemli bir merkezdi ve bu önemli ticaret merkezinin Osmanlı topraklarına katılmış olması Osmanlı ekonomisinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Orhan Gazi, Bursa’dan sonra İznik’e yöneldi. İznik’i de Osmanlı Devleti’ne kaptırmak istemeyen Bizans, Osmanlı Devleti ile Maltepe’de karşı karşıya geldi. Palekanon adı verilen bu savaşta Osmanlılar Bizans’ı ağır bir yenilgiye uğratarak İznik’i de almıştır. İznik, Hristiyanlar’ın kutsal merkezi olduğu için Bizans için büyük bir kayıp, Osmanlılar için çok önemli bir fetihti. Nitekim Orhan Gazi burada ilk Osmanlı medresesini açtı.
Orhan Gazi fetihlerine devam ederek 1337’de İzmit’i almış, böylece Kocaeli yarımadasının fethi tamamlanarak Karadeniz ve Marmara kıyılarına ulaşılmıştır.
Orhan Gazi bu dönemde sadece Bizans’la mücadele etmemiştir. Balıkesir ve Çanakkale bölgesine hakim olan Karesioğulları ile mücadele ederek bu beyliği topraklarına katmıştır. Karesioğulları’nın sahip olduğu güçlü donanma da Osmanlı Devleti’nin olmuştur. Yani Karesioğulları Beyliği Osmanlı topraklarına katılan ilk Anadolu Türk birliği olmuş, böylece Osmanlı Devleti de ilk kez donanma sahibi olmuştur. Bu donanma Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye geçmesini sağlamıştır.
Ancak Osmanlıların Rumeli’ye geçişi tam anlamıyla bir savaşla olmamıştır. Şöyle ki; Bizans’taki taht kavgasının taraflarından biri olan Kantakuzen, bu kavgadan galip çıkabilmek için Orhan Gazi’den yardım ister. Orhan Gazi Kantakuzen’in imparator olması için yaptığı yardım karşılığında 1353’te Çimpe Kalesi’ni almış, böylece Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki ilk toprağı Çimpe Kalesi olmuştur.
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa, Gelibolu yarımadasının tamamını almıştır. Çimpe Kalesi Osmanlı Devleti’nin bir askeri üssü olmuş ve Rumeli fetihlerinde etkili bir şekilde kullanılmıştır.
Orhan Gazi, kimi tarihçilere göre Osmanlıların gerçek anlamda devlet olduğu bir dönemdir. Zira tanımlamaya göre Osmanlılar Osman Gazi döneminde aşiretten beyliğe, Orhan Gazi döneminde ise beylikten devlet aşamasına geçmişlerdir. Bunun nedeni Orhan Gazi’nin devlet teşkilatlanmasında yaptığı önemli çalışmalardır. Orhan Gazi döneminde;
-Divan örgütü kurulmuş ve devlet işleri burada görüşülüp karara bağlanmaya başlamıştır
-İlk vezirlik makamı kuruldu
-İlk düzenli ordu kuruldu. Bu ordu yaya birlikleri ve müsellem denilen atlı birliklerden oluşmaktaydı
-İlk Osmanlı akçesi yani gümüş para basıldı
-Adalet örgütü kuruldu

Orhan Gazi 1326-1362 yılları olmak üzere 36 yıl Osmanlı tahtında kalmış, 1326’da yerine oğlu I. Murat geçmiştir.

Osman Gazi Dönemi Hakkında Kısa Bilgi

Ertuğrul Gazi ‘nin ölümünden sonra beyliğin başına geçen Osman Gazi, diğer Anadolu Türk beylikleriyle mücadele etmek yerine öncelikle Bizans’ı daha da zayıflatarak topraklarını ele geçirme politikası izlemiştir. Bunun için Bizans’taki iç karışıklıklardan faydalanmış, tekfur denilen Bizans valileriyle mücadele ederek Bizans’ın önemli topraklarını beyliğine katmayı başarmıştır. Bu yerler arasında;
Karacahisar
İnegöl
Yarhisar
Yundhisar
Yenişehir
Sayılabilir.
Daha sonra İzmit’e yönelen Osman Gazi, devletin tarihteki ilk gerçek savaşını Bizans ile yapmıştır. İzmit’in tehlikeye girmesi sonucu tekfurların yardımınıa koşan Bizans Osmanlılarla 1302 yılında karşı karşıya gelmiştir. Tarihe Koyunhisar (Bafeon) Savaşı olarak geçen bu savaş ile Bursa çevresi alınmıştır.
Bizans’ın en önemli şehirlerinden biri olan Bursa, Osman Gazi’nin sonraki hedefi olmuştur. Uzun yıllar kuşatma altında tutulan Bursa, Osman Gazi döneminde alınamasa da bu kuşatmayı Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi tamamlayarak Bursa’yı Osmanlı topraklarına katmış ve Bursa, devletin başkent olmuştur.
Osman Gazi döneminde siyasi ve askeri gelişmeler dışında kültürel anlamdaki en önemli gelişme Osmanlılara ait ilk bakır paranın basılmış olmasıdır.

Osman Gazi 1299-1326 yılları olmak üzere 27 yıl tahtta kalmıştır.

Osmanlı Devleti'nin Kısa Sürede Büyüyüp Güçlenmesinin Nedenleri

1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılış sürecinde Anadolu’daki Türk siyasi birliği bozulmuş ve bu bölgede irili ufaklı pek çok Anadolu beyliği ortaya çıkmıştı. Bunlar arasında Oğuzların Kayı boyundan olan Osmanoğulları Selçuklu sultanı tarafından Ertuğrul Gazi liderliğinde Ankara’nın Karacadağ bölgesine yerleştirilmişti.
Osmanoğulları daha sonra Bilecik yakınlarında yer alan Söğüt ve Domaniç’e yerleşmiş ve gelecekte kurulacak olan büyük bir imparatorluğun temellerini burada atmışlardı.
Karamanoğulları, Candaroğulları, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları, Germiyanoğulları ve niceleri… Bunca Anadolu beyliği arasında nasıl olmuştu da kısa zamanda Osmanoğulları koskoca güçlü bir imparatorluk kurmuştu? Diğer beyliklere kıyasla Osmanoğulları o dönemde daha zayıf ve küçük bir beylikti. Bu da diğer Anadolu beyliklerinin engeliyle karşılaşmadan kısa sürede büyümek için çalışmasını sağlamıştı.
Bunun elbette birden fazla cevabı var. Şimdi bunlara tek tek bakalım;
  1. Coğrafi konum: Osmanoğulları’nın bulunduğu bölge bir devletin gelişebilmesi açısından uygun bir bölgeydi. Zira bu bölge hem ticaret yolları üzerinde hem de verimli araziler üzerinde bir konumdaydı.
  2. Merkezi otoritenin güçlü olması: Osmanlıların en fazla önem verdiği husus merkezi otoritenin sağlamlığıydı. Daha önceki Türk devletlerinde “ülke, hanedanın ortak malıdır” anlayışına dayanan bir veraset sistemi geçerliydi. Ancak bu kural Türk devletlerinin kısa sürede parçalanıp yıkılmasının en önemli sebeplerinden biriydi. Bu tehlikeyi bilen Osmanlılar veraset sisteminde değişiklikler yaparak merkezi otoritenin tamamen ön planda tutulduğu bir anlayışla devletin güçlenmesini sağlamışlardır. Örneğin I. Murat döneminde “ülke padişah ve oğullarınındır” anlayışı getirilmiş, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde nizam-ı alem ve devletin bekası için kardeş katli yasal hale getirilmiştir.
  3. Bizans’ın durumu: Bir zamanların en güçlü imparatorluklarından biri olan Bizans imparatorluğu’nun durumu 1200’lü yılların sonlarında oldukça kötüydü. Bizans’taki iç karışıklıklar, taht kavgaları devleti zayıflatmış ve hızla toprak kaybetmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti bu durumdan faydalanmayı bildi.
  4. Balkanların durumu: Balkanlar’da o dönemde güçlü merkezi bir devlet yoktu. Sırp krallığı, Bulgar krallığı gibi devletler vardı. Balkanlardaki mezhep savaşları da otorite boşluğunu güçlendirmişti. Bu durum Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye geçerek topraklarını genişletmesini kolaylaştırdı.
  5. Fetih ve İskan siyaseti: Buna adalet ve hoşgörü politikası da diyebiliriz. Osmanlılar yeni fethettikleri yerlerde adalet ve hoşgörülü bir politika izlemiş, bu da bölge halkının devlete karşı durmasına engel olmuştur. Ayrıca fethedilen bölgelerde kalıcılığı sağlamak adına Anadolu’dan alınan Türk ve Müslümanlar, gayrimüslim nüfusun yoğun yaşadığı yeni fetih bölgelerine nakledilirdi.
  6. Cihat anlayışı: Öncelikle diğer Anadolu beylikleriyle mücadele edip onlara üstünlük sağlamaya çalışmak yerine cihat politikası ile Hıristiyan Bizans ve Balkan devletleriyle mücadeleye girişmiştir.
  7. Ahi Teşkilatının desteği: Sadece mesleki anlamda değil aynı zamanda sosyal anlamda da oldukça önemli olan Ahi teşkilatının desteği Osmanoğulları için oldukça faydalı olmuştur. Bu desteğin en önemli sebebi Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’nin, Ahi Teşkilatı lideri Şeyh Edebalı’nın kızı ile evlenmiş olmasıdır.


Tüm bu sebeplerin yanında Osmanlılar, devleti yönetecek olan kişinin son derece iyi yetişmiş olmasına fazlasıyla önem verirlerdi. Gerek idarecilik anlamında gerekse savaşçılık anlamında henüz çocuk yaşlarda iyi bir eğitimden geçerlerdi. Bu da Osmanlı Devleti’nin güçlü bir devlet olup imparatorluğa yükselmesinde etkilidir.

29 Haziran 2017 Perşembe

Avrupa Hun Devleti

Çin entrikaları nedeniyle bölünüp paramparça olan Hunlar çeşitli bölgelere dağılmış, farklı farklı bölgelerde farklı farklı devletler kurmuşlardır.
Bunlardan biri de Balamir önderliğinde kurulan Avrupa Hun Devleti’dir.
Çin esaretinden korunmak için Balamir liderliğinde batıya doğru göç hareketi başlatan Hun’lar günümüz Macaristan bölgesinde yeni bir Devlet kurdular.
Avrupa Hun Devleti’nin başına Balamir’den sonra Uldız, Karaton, Rua, Attila ve Bleda gibi hükümdarlar geçmiştir.
Balamir’den sonra hükümdar olan Uldız, Batı Roma ile iyi ilişkiler kurmaya karşılık Doğu Roma’yı baskı altında tutmak gibi bir politika belirlemiştir.
Nasıl ki Asya Hunlar’ı denilince ilk akla gelen hükümdar Mete Han ise, aynı şekilde Avrupa Hunlar’ı denilince akla gelen ilk hükümdar Attila’dır.
Avrupa Hun Devleti en parlak devrini Attila döneminde yaşamıştır. Doğu Roma imparatorluğu ile Margos Antlaşması’nı imzalamış ve Doğu Roma’nın Avrupa Hun Devleti’ne yıllık vergi ödemesine karar verilmiştir.
Attila, diğer yandan da Batı Roma prensesi Honarya’dan gelen evlilik teklifi fırsata çevirerek çeyiz olarak Roma’nın yarısını istemişse de bu isteği reddedilmiştir.
Batı’nın “Tanrı’nın Kamçısı” lakabıyla andığı Attila’nın ölümünden sonra yerine oğulları geçmiş ancak aynı istikrarı ve başarıyı sağlayamadıkları için devlet zayıflama sürecine girerek yıkılmıştır.
Avrupa Hun Devleti’nin özelliklerini maddeler halinde görelim:
-Kavimler Göçü’nden sonra Avrupa’da kurulmuştur.
-Kuruldukları bölge bugünkü Macaristan’dır.
-Balamir önderliğinde Avrupa’ya gelerek devlet kurmuşlardır

-En parlak dönemleri Attila dönemidir.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Orta Asya’da İlk Türk Devleti; Asya Hun Devleti

Bu Devlet Büyük Hun Devleti adıyla da anılır. Hunlar’ı bir araya toplayarak Ötüken merkez olmak üzere teşkilatlı bir yapı oluşturmuşlar ve böylece Orta Asya’nın ilk gerçek Türk devletinin kurmuşlardır. Asya Hunlarının bildiğimizi ilk hükümdarı Tu-man’dır. Tu-man’ı biz daha çok Teoman ismiyle biliyoruz.
Asya Hun Devleti, coğrafya itibariyle Çin ile sürekli mücadele halinde olmuştur. Çinliler bu dönemde Türk akınlarına karşı korunmak için Çin Seddi’ni daha da güçlendirmişlerdir.
Teoman’dan sonra Asya Hun Devleti’nin başına Mete Han geçmiş ve Asya Hunları’na parlak bir dönem yaşatmıştır. MÖ 209-174 yılları olmak üzere 35 yıl hükümdarlık yapan Mete Han bölgedeki tüm Türk boylarını egemenliği altına almış böylece tarihte ilk kez tüm Türkler tek bayrak altında toplanmıştır.
Mete Han sadece Türkler’i tek bayrak altında toplamakla yetinmemiş, Moğol ve Çinlilere karşı da başarılı mücadeleler vermiştir. Pekin’i ele geçirmesine rağmen Türkler’in Çin’lilerin yaşadığı topraklarda yerleşmesini tercih etmemiştir. Bunun nedeni kalabalık Çin nüfusunun içinde Türkler’in asimile olmasının engellenmesidir. Bu da Mete Han’ın öz kültür ve öz benliğe verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir.
Mete Han, siyasi alanda bir dehaydı ama askeri alanda da tarihte çok önemli bir ilke imza atmıştı. Onun tarafından getirilen orduda onlu sistem tarihte bir çok millet tarafından örnek alınmıştır.
Mete Han döneminde en geniş sınırlarına ulaşan Asya Hun Devleti, Mete Han’ın ölümünden sonra giderek zayıflamaya başlamıştır.
Mete Han’dan sonra devletin başına geçen Ki-ok, Çin ile ilişkileri güçlendirmek adına bir Çin prensesi ile evlenmiştir. Ancak bu durum belki de sonun başlangıcı olmuştu zira devlet Çin entrikaları yüzünden oldukça zarar görmüş, bu zarar Hunlar’ın önce batı-güney şeklinde ikiye bölünmelerine kadar gitmiştir. Batı Hunlar’ı Çin hakimiyetine girereken Güney Hunlar’ı kuzey-güney olarak tekrar ikiye bölünmüş, Güney Hunları da Çin hakimiyetine girmiştir.
Hun’lar Çin esaretinden korunmak için Batı’ya doğru göç etmeye başlamış ve bu göç hareketi Kavimler Göçü’ne sebep olmuştur. Bunlardan Orta Asya’da geriye kalanlar ise ileride Avar ve Akhun Devletleri’ni kuracaklardır.
Hunlar’ın yaptığı göç sonucunda Avrupa’da Avrupa Hun Devleti kurulmuştur.
Asya Hun Devleti’nin özelliklerini maddeler halinde sıralayalım:
-Orta Asya’da kurulan ilk Türk Devleti’dir.
-Merkez Ötüken’dir.
-Bilinen ilk hükümdarları Teoman’dır.
-En önemli hükümdarları Mete Han’dır.
-Devlet en parlak dönemini Mete Han zamanında yaşamıştır.

- Kavimler Göçü’de sebep olan Türk devleti’dir.

14 Haziran 2017 Çarşamba

Anadolu Uygarlıkları Hangileridir?

Önemli bir coğrafi konuma sahip olan Anadolu, ticaret yolları üzerinde bulunması, ikliminin ve topraklarının yaşamaya elverişli olması nedeniyle bir çok farklı medeniyete ev sahipliği yapmış bu nedenle bir medeniyetler beşiği durumuna gelmiştir.
İlk çağ tarihinde Anadolu'da varlık göstermiş medeniyetler ve özelliklerini kısaca şöyle özetleyebiliriz;
1) Hattiler (MÖ 2500-MÖ 1700)

Her ne kadar Hattiler hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlı olsa da Anadolu’da oldukça zengin ve geniş bir kültüre sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu zengin kültürleriyle kendilerinden sonraki Hititler’i de fazlasıyla etkileyen bir uygarlık olmuştur. Hattiler ile ilgili en fazla ön plana çıkan bilgi hayvan biçimli tanrı kültürü ve bu kültürde boğa figürünün önemli olmasıdır.
2) Hititler (MÖ 2500-MÖ 1700)
Anadolu uygarlıkları içinde imparatorluk olma özelliğini ilk gösteren Hititler’in Anadolu’ya Kafkaslardan göç ederek geldikleri tahmin ediliyor. Hititler’e ait özellikleri şöyle sıralayabiliriz;
-Merkezleri Çorum Boğazköy’de bulunan Hattuşaş’tır
-Kurucusu I. Hattuşili’dir.
-Ülke “tabarna” adı verilen kral tarafından yönetilmekle birlikte kralın yanında yönetimde söz hakkına sahip olan bir meclis vardı. Pankuş adı verilen bu meclisin üyeleri soylulardan oluşurdu. Ayrıca kraliçe de yönetimde etkiliydi. Hititle’de Tavananna unvanı taşıyan kraliçe, kral savaşta iken ülkeyi yönetir, dini törenlere ve bayramlara başkanlık ederdi.
-Hititler diğer pek çok ilk çağ uygarlığı gibi çok tanrılı bir inanca sahiptiler. Hatta bu çok tanrılı anlayışı biraz abartmış olacaklar ki Hitit ülkesine “Bin Tanrı İli” yakıştırması yapılmıştır.
-Yine diğer pek çok ilk çağ uygarlığı gibi Hititler’de halk arasında eşitlik yoktu. Yani halk hürler ve köleler olmak üzere sosyal sınıflara ayrılmışlardı.
-Hem tarım hem hayvancılıkla uğraşan Hititler demir, bakır ve gümüş gibi madenleri işlemiş, mimari, heykel ve kabartma gibi sanat dallarında da gelişme göstermişlerdir.
-Sümerler tarafından icat edilen çivi yazısının yanı sıra resim yazısını da kullanmayı ihmal etmemişler. Tarihi fayda açısından bakacak olursak Hititler yazıyı oldukça etkili bir şekilde kullanmışlardır. Zira krallar tanrılara hesap verme inancıyla her yıl devlet ile ilgili tüm faaliyetlerini “anal” adı verilen yıllıklara kaydetmişlerdir. Amaç tanrılara hesap vermek olduğundan ve tabi tanrılara kandırmak mümkün olmadığından anal denilen bu yıllıklara faaliyetlerini dosdoğru yazmışlardır. Doğal olarak Hititler objektif tarih yazıcılığının ilk örneklerini vermişlerdir.
-Suriye’ye egemen olabilmek için Mısır ile yaptıkları tarihin ilk meydan savaşı sonucunda tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması’nı (MÖ 1280) yapmışlardır.
Ege göçleri sonucunda Frigler tarafından Hititler’e son verilmiştir.
3. İyonyalılar (MÖ 1050-MÖ 546)
Yunanistan’dan Batı Anadolu’ya göç eden Aka’lar tarafından kuruldu. Yunanlılar merkezi bir yönetim yerine şehir devletleri halinde yaşamayı tercih etmişler ve bu şehir devletlerine polis adını vermişlerdir. İyonyalılar’ın en önemli şehir devletleri arasında İzmir, Efes, Foça sayılabilir.
Anadolu uygarlıkları içinde en gelişmiş uygarlık olduğunu söyleyebiliriz. Diğer ilk çağ toplumlarında görülen tamamen çok tanrılı inanç eksenli toplumsal yapı yerine –çok tanrılı inanç hakim olmakla birlikte- demokratik şehir meclislerini açmışlar ve özgür düşünceyi hakim kılarak bilimsel çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Bu anlamda önemli bilim insanları yetiştirmişlerdir. Bunlar matematik alanında Tales, Pisagor, Tıp alanında Hipokrat, Felsefe alanında  Diyojen, Tarih alanında ise Heredot’tur.
Tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik model yerine ticarete dayalı bir ekonomi hakimdi. Kuzey Ege, Marmara Denizi ve Karadeniz’de bu deniz ticaretiyle koloniler kurmuşlardır.
Bu önemli uygarlık Pers İmparatorluğu’nun saldırıları sonucu zayıflamış ve gittikçe yok olmuştur.
4. Urartular (MÖ 900-MÖ 600)
Günümüz Van (Tuşpa) merkez olarak kurulmuş olan Urartu Devleti geniş bir coğrafyada hakimiyet kurmuştur. Krallık yönetiminin etkili olduğu Urartular’da devletin yönetimini kolaylaştırmak için ülkeyi eyaletlere ayırmışlar ve bu eyaletler ennam adı verilen valiler tarafından yönetilmiştir.
Çok tanrılı inanç sisteminin hakim olduğu toplumda sınıfsal ayrıcalıklar mevcuttu. Rahipler ve soylular ayrıcalıklı kesimi oluştururdu.
Mimaride Van Kalesi, Çavuş Tepe gibi önemli eserleri günümüze bırakan Urartular şehircilikte de oldukça gelişmiş, su kanalları açmışlardır.
Urartular’ın tarih sahnesindeki varlığına Med’ler son vermiştir.,
5. Frigyalılar (MÖ 800-MÖ 676)
Sakarya Irmağı vadisinde yerleşmiş olan Frigyalılar’ın başkenti Gordion’dur. Bu isim en önemli krallarından olan Gordios’tan alınmıştır.
Frigyalılar Anadolu uygarlıkları içinde tarıma belki de en fazla önem veren uygarlıktır. Ekonominin temeli tarıma dayanmakla birlikte tarımı korumak için sert önlemler almalarıyla bilinirler. Bilindiği üzere tarım yapmak için en önemli unsurlar saban ve öküzdür. Bu nedenle öküz öldürmenin ve saban kırmanın cezası ölümdü. Çok tanrılı bir inancın hakim olduğu Frigyalılar’ın en önemli tanrısı bir tabiat tanrıçası olan Kibele’dir.
Frigyalılar, Kral Midas döneminde Kimmerler’in saldırıları sonucunda zayıflayıp tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
6. Lidyalılar (MÖ 687-MÖ 546)
Gediz ve Büyük Menderes nehirleri arasında kurulmuş olan Lidyalılar’ın başkenti günümüzün Manisa bölgesi olan Sard’dır.
Kral Giges döneminde güçlü bir devlet haline geldiler. Ekonomileri kara ticaretine dayalıydı ve tarihte Mezopotamya’dan Efes’e kadar uzanan Kral yolunu yaparak ticarete son derece önemli bir katkıda bulundular. Dünya uygarlığına en önemli katkıları ise parayı icat ederek ticarette takas usulüne son vermiş olmalarıdır.

Lidyalılar krallarını Tümülüs denilen toprak tepeler ve oda şeklindeki mezarlara gömerlerdi. Paralı askerlik uygulaması Lidyalılar’ın kısa sürede yıkılmasına sebep oldu, Lidyalılar’ın varlığına Pers İmparatorluğu son verdi.

21 Mayıs 2017 Pazar

Sanayi Devrimi ve Osmanlı Devleti'ne Etkisi

Sanayi Devrimi James Watt’ın buhar gücünü makinelerde kullanmaya başlaması sonucu 18. yüzyılın sonlarında İngiltere’de başlamıştır.
Fransız Devriminden hemen sonra başlayan bu devrim en az Fransız Devrimi kadar önemlidir ve dünya tarihinde son derece önemli gelişmelere sebep olmuştur. 16. yüzyılda Avrupa’da etkili olan Rönesans hareketlerinin bilimsel ve teknik alandaki gelişmeleri hızlandırması Sanayi Devriminin en büyük sebeplerindendir.
Buhar gücünün makinelerde kullanılmaya başlanması üretimde yeni bir dönemi başlatmıştı. Daha önce insan gücüne dayalı üretim artık yerini makine gücüne bırakıyordu ve bu da fabrikasyon üretime geçilmesini sağladı. İlk olarak açılan tekstil fabrikası ve peş peşe farklı alanlarda açılan fabrikalar bol üretimi beraberinde getirdi. Tabi bu arada sadece İngiltere değil diğer Avrupa ülkelerinde de fabrikalaşma başlamıştı.
Sanayi devrimi şöyle bir silsileyi ortaya çıkardı: Fabrikalaşma-bol, ucuz, kaliteli üretim- ham madde ve pazar arayışı- sömürgecilik…
Sanayileşen ülkeler ihtiyaç ürünlerini seri üretim sayesinde bolca üretmeye başladı. Bu üretilen ürünler bol olduğu için ucuz ve aynı zamanda kaliteliydi. Ancak bu seri üretim ham madde ve pazar  arayışını beraberinde getirdi. Elbette bu durum dünyada sömürgecilik faaliyetlerini ciddi oranda arttırmıştı.
20. yüzyılın başlarında meydana gelen I. Dünya savaşının en büyük sebeplerinden biri olan sömürgecilik yarışı, işte Sanayi Devriminin sonucudur. Nitekim 20. yüzyılın başlarında dünyanın %85’i Avrupa devletlerinin birer sömürgesi durumuna gelmişti.
Sanayi Devrimi ile ekonominin temeli artık tarım değildi. Sanayileşme ile birlikte insanlar topraklarını bırakıp şehirlere göç etmeye başlamış, bu da iç göçü ve şehirlerin nüfusunu arttırmıştı. Ayrıca işçi sınıfı doğmuş, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm gibi kavramlar ortaya çıkmıştı.

Peki Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken sanayileşemeyen ülkelerde durum nasıldı? Az önce de belirttiğimiz gibi dünya hızla Avrupa’nın sömürgesi altına girmekteydi. Sanayi devriminin sonuçlarından en olumsuz etkilenen devletlerden biri de Osmanlı Devleti’ydi. Zira Avrupa’dan Osmanlı ülkesine bol miktarda ucuz ve kaliteli ürün girmekte, bu da yerli üretimi durma noktasına getirmekteydi. Osmanlı dokuma tezgahları kapanmıştı.  Bu duruma önlem alınamayınca Osmanlı Devleti’nin bu Avrupa devletlerine verdiği kapitülasyon denilen ticari ayrıcalıkların da etkisiyle Osmanlı toprakları ideal bir ham madde ve pazar alanı olmuş ve ne yazık ki Osmanlı Devleti Avrupa Devletlerinin açık pazarı haline gelmiştir. 

8 Mayıs 2017 Pazartesi

İskitler Kimdir?

Tarih sahnesinde karşımıza çıkan ilk Türk topluluklarının başında gelen İskitler, Saka'lar adıyla da bilinir. Bir Asya kavmidir ve MÖ VII. yy.da Orta Asya'da yaşamış bir topluluktur. Orta Asya'sa atı ilk kez evcilleştiren topluluk olarak da bilinmektedir.
Diğer Türk topluluklarının pek çoğu gibi atlı göçebe bir yaşam tarzına sahip olan İskitler sadece Orta Asya ile yetinmemiş, İran'a da akınlar düzenleyerek bölgedeki bazı toplulukları da hakimiyetleri altına almayı başarmışlardır.
Bilinen en önemli hükümdarları Alp-Er Tunga'dır. Bir diğer önemli hükümdar ise Tomris Hatun'dur. Alp-Er Tunga'nın torunu Tomris Hatun, İskitler'de hükümdarlık yapmış bir kadındır. Yani İskitler zaman zaman kadın hükümdarlar tarafından da yönetilmiştir. İskitler'de kadınlar sadece hükümdar değil, aynı zamanda savaşçı da olabilmekteydi. Yani pek çok topluluk gibi savaşçı ya da asker olmak erkeklere özgü bir şey değildi.
İskitler'in Şu adlı destanı Büyük İskender ile yaptıkları mücadeleleri konu edinir. Alp-Er Tunga destanı ise Pers İmparatorluğu yani İran ile yaptıkları mücadeleleri konu edinir.
Tarihte önemli ilklere imza atmış olan İskitler pantolon, at koşumu ve kemer tokasını da ilk kez kullanan topluluktur.
İskitler Sarmatlar ve Gotlar ile yaptığı mücadeleler sonucu zayıflayarak tarih sahnesinden çekildiler.

7 Mayıs 2017 Pazar

Sümer Uygarlığı

Bir Mezopotamya medeniyeti olan Sümer uygarlığı dünyada bilinen ilk uygarlıktır. MÖ 4000-MÖ 2350 tarihleri arasında varlık göstermiş olan bu uygarlık, tarihte başka önemli ilkleri de gerçekleştirmiştir.
  Sümerler, site adı verilen şehir devletleri halinde yaşamıştır. Her şehir devletinin başında Patesi ya da Ensi denilen krallar bulunur, bu krallar aynı zamanda rahip özelliği taşırdı ki bu da Sümerler'in teokratik devlet anlayışına sahip olduklarının göstergesidir. 
MÖ 3500'lerde yazıyı icat ederek insanlık tarihinde bir çığır açmışlardır.  Çivi yazısı ticaret yoluyla başta Anadolu olmak üzere çeşitli bölgelere yayılmıştır. 

Diğer ilk çağ uygarlıklarının pek çoğu gibi çok tanrılı bir inanca sahip olan Sümerler Ziggurat adı verilen yedi katlı tapınaklar inşa etmişler, bu tapınakları aynı zamanda gözlemevi ve okul olarak da kullanmışlardır. Zigguratlar'ın son katını gözlemevi olarak kullanmışlar, böylece astronomi çalışmaları gerçekleştirmişler ve bu çalışmalar sonucu ay yılı esaslı takvimi bulmuşlardır.
Astronomi dışında dört işlemi bulan, çarpma bölme cetvelleri hazırlayan Sümerler böylece matematik ve geometrinin temellerini de atmışlardır.
Yazıyı bulan Sümerler, tarihte ilk yazılı hukuk kurallarını da oluşturmuşlardır. Böylece Sümerler, dünyada ilk hukuk devleti olmuştur.
Sümerler eğitime verdikleri önem kadar askerliğe de önem vermişlerdir. Bu durum çağın ve bölgenin gerektirdiği bir zorunluluktur. Kendilerine yönelen sık saldırılara karşı her erkek bir askerdi.
Diğer ilk çağ toplumları gibi Sümerler'de de sınıf ayrımı esaslı bir toplum yapısı görülürdü. Halk; hürler ve köleler şeklinde sınıflara ayrılırdı.
2000 yıllık bir hüküm süresinden sonra Akadlar'ın saldırılarıyla zayıflayan Sümerler zamanla parçalanarak yıkıldı ve tarih sahnesinden çekildi.

5 Mayıs 2017 Cuma

Mezopotamya Neresidir? Mezopotamya Uygarlıkları

Mezopotamya, en genel tanımıyla Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgeyi ifade eder. Güneydoğu Anadolu bölgemizden Basra Körfezi'ne kadar geniş bir alanı kapsayan Mezopotamya ülkemizde Mardin, Diyarbakır gibi Güneydoğu illerini içine alır. Bunun dışında Irak, İran ve Suriye gibi ülkelerin bir bölümünü de kapsamaktadır.
Mezopotamya bölgesi tarihte pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Medeniyetlerin beşiği olarak tanımlanabilecek Mezopotamya'nın uygarlıklar tarafından yerleşim bölgesi olarak tercih edilmesinin sebebi oldukça verimli topraklara sahip olması ve ikliminin yaşamaya elverişli olmasıdır. Farklı medeniyetlere ev sahipliği yapması nedeniyle burada kültürel etkileşim de oldukça yoğun bir şekilde yaşanmıştır.
İlk çağ tarihinde Mezopotamya medeniyetleri ise şöyledir;
1) Sümerler
Sümer uygarlığı dünyada bilinen ilk uygarlıktır. MÖ 4000-MÖ 2350 yılları arasında bu bölgede yaşamışlardır.
2) Akadlar
MÖ 2350-MÖ 2100 yılları arasında yaşamışlardır. Mezopotamya'nın tamamına yayılarak büyük bir imparatorluk kurmuşlardır.
3) Elamlar
MÖ 4000-MÖ640 yılları arasında yaşamış olan Elamuygarlığı hakkında pek fazla bir bilgi yoktur.
4) Babiller
MÖ 2100-MÖ 539 yılları arasında yaşamış olan Babiller tarihte ilk mutlak monarşi yönetimini uygulasnmışlardır.
5) Asurlular
MÖ 2000-MÖ 609 yılları arasında yaşamış olan Asurlular ticarete oldukça önem vermişlerdir.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Tarih Öncesi Çağlar ve Özellikleri

Yazının Sümerler tarafından MÖ 3000'lerde bulunmasıyla tarih çağları başlar. Yazının bulunmasından önceki devirler ise tarih öncesi çağlar olarak adlandırılır.
Tarih Öncesi Çağlar Taş Devri ve Maden Devri olmak üzere iki ana gruba ayrılmakla birlikte bu çağlar da kendi içinde özelliklerine göre gruplara ayrılır.
1. Taş Çağı: Bu döneme bu ismin verilmesinin nedeni insanoğlunun kullandığı araç ve gereçlerin malzemesinden kaynaklanır. Taş Çağı özelliklerine göre üçe ayrılır;
a. Kaba Taş Çağı (Paleolitik dönem)
İnsanlık tarihinin en eski ve en uzun süren dönemi olan paleolitik dönemin tam olarak kaç yıl önce başladığı bilinmemekle birlikte MÖ 10000 yılında sona erdiği kabul edilir.
Bu dönemin en karakteristik özelliklerinden biri devrin sonlarına doğru insanoğlunun kendini ifade edebilmek için mağara duvarlarına çizdikleri resimlerdir. Bu resimlerde daha çok hayvan resimleri ve av sahneleri gösteren resimler çizmişlerdir ki bu da onların avcılık ile yaşamlarını sürdürdüğünün tipik bir örneğidir.
Üretimin olmadığı, tamamen tüketime dayalı, insanoğlunun doğaya bağımlı olarak yaşadığı bu dönemde genelde erkekler avcılık, kadınlar toplayıcılık yaparlardı.
Paleolitik döneme ait dünyada önemli yaşam alanları İspanya'daki Altamira, Fransa'daki Lasque olmakla birlikte Türkiye'de bu döneme ait en önemli yaşam alanı Antalya'daki Karain mağarası ile İstanbul'daki Yarımburgaz mağarasıdır.
b. Orta Taş (Yontma Taş) Çağı (Mezolitik Dönem) MÖ 10.000-8000
Oldukça soğuk bir iklimin hakim olduğu bu dönem buzul çağı yaşanır ve bu nedenle insanlar mağaralardaki hayatlarına devam ederler.
Temel geçim kaynağı olarak avcılık ve toplayıcılıktır dolayısıyla tüketici toplum yapısı devam eder. Ancak bu dönemde taş ve kemikten basit eşyalar yapmaya başlamışlardır. En önemlisi ise çakmak taşından yaptıkları araç gereçlerdir. Buna mikrolit adı verilir.
Mezolitik dönemin en tipik özelliği ise ateşin bulunmasıdır. Ateş, insanlık tarihinin en önemli buluşlarındandır. Ateş sayesinde insanlar ısınmış, ışığından faydalanmış, vahşi hayvanlardan korunmuş ve yiyeceklerini pişirebilmişlerdir.
Türkiye'de mezolitik döneme ait en önemli yerleşim alanları yine Antalya'da Beldibi mağarası, Samsun'da Tekkeköy ve Ankara'da Macunçay'dır.
c. Cilalı Taş (Yeni Taş) Çağı (Neolitik Dönem) MÖ 8000-5000
Artık bu dönemde buzullar erimeye başlamış ve iklim ılımanlaşmıştır. Bu da artık insanoğlunun mağara ve kaya oluklarında yaşamaktan çıkıp su kenarlarına yerleşmeye başlaması demektir.
Cilalıtaş dönemi insanoğlu için son derece önemli bir dönemdir. Zira su kenarlarına yerleşim sonucunda insanlar yavaş yavaş tarım yapmaya yani üretmeye başlamıştır. Artık tamamen doğaya bağımlı yaşamak yerine kendi yiyeceklerini üretmeye başlamışlardır. Sadece tarım değil hayvancılık ile de uğraşı başlar. Hayvanlar ilk kez bu dönemde evcilleştirilmiştir. İlk evcilleştirilen hayvanlar köpek, at, koyun ve sığırdır.
İnsanoğlu kendi yiyeceğini üretmenin ötesinde zamanla ihtiyaçtan fazla üretmeye başlamış, ihtiyaç fazlası üretim ise takas yöntemine bağlı ticaretin başlamasına neden olmuştur.
Tarım ile birlikte yerleşik yaşama geçen insanlar kendilerine barakalar yapmış, böylece ilk köyler de bu dönemde kurulmuştur.
Artık hayvan postlarını üzerlerine giymek yerine bitki liflerinden giysiler yapmışlardır.
Tekerlek de bu dönemde bulunmuştur.
Ürettikleri yiyecekleri muhafaza etmek için topraklar seramik eşyalar yapmışlardır.
Dolmen ve menhir adı verilen ilk anıtlar bu dönemde karşımıza çıkar.
 Türkiye'de bu döneme ait önemli yerleşim yeri olan Konya Çatalhöyük ilk şehir yerleşimi, Diyarbakır Çayönü ise ilk köy yerleşimidir.
2. Maden Çağı: Bu dönem yine kendi içinde üçe ayrılır.
a. Bakır (Kalkolitik) Çağı : Bakır, gümüş ve altın gibi madenlerin insanlar tarafından işlenmeye başladığı bir dönemdir. Doğada oldukça yaygın olarak bulunan ve kolayca şekillenebilen bakır ile insanoğlu bolca araç gereç yapmıştır. Bu dönemin önemli yaşam alanları ülkemizde Alacahöyük (Çorum), Truva (Çanakkale) ve İkiztepe (Samsun)'dir.
b. Tunç Çağı: İnsanlar bakırı kalay ile karıştırarak daha sağlam olan tunçu elde ettiler. Tunçtan silah araç gereçleri yaptılar. Site adı verilen ilk şehir devletlerin kurulması da bu döneme denk gelmektedir. Tunç çağına ait önemli yerleşim alanı Kayseri'deki Kültepe'dir.
c. Demir Çağı: Demirin kullanılması insanoğlunun daha sağlam silahlar yapmasına ve daha büyük egemenlik savaşlarının yapılmasına sebep olmuştur. Nitekim bu dönemle birlikte artık büyük devletler ve merkezi krallıklar kurulmaya başlanmıştır. Türkiye'de bu döneme ait önemli yaşam alanları Alişar (Yozgat), Alacahöyük (Çorum) ve Truva (Çanakkale).
Yazının Sümerler tarafından bulunmasıyla Demir devri de sona ermiş böylece tarih çağları başlamıştır.
Burada unutulmaması gereken nokta tüm bu devirlerin tüm uygarlıklar tarafından aynı anda ya da sırasıyla yaşanmadığıdır. Örneğin bir bölgede yontma taş çağı yaşanırken başka bir bölge maden çağına girmiş olabilir.

24 Nisan 2017 Pazartesi

Osmanlı Devlet Armasındaki Sembollerin Anlamları

Osmanlı Devleti arması bir İngiliz tasarımcı tarafından 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid döneminde tasarlanmış, günümüzde bilinen son şeklini ise II. Abdülhamit döneminde alarak 1882 tarihinde resmiyet kazanmıştır. Oldukça ihtişamlı görünen Osmanlı Devleti arması içinde 30 anlam barındırıyor.

1. Yukarıda sarı renkli güneş motifi padişahı simgeler
2. Güneş motifinin ortasındaki yeşil alandaki tuğra II. Abdülhamit'in tuğrasıdır.
3. Tuğranın altında yer alan padişahlara özgü sorguşlu serpuş Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'yi temsil eder.
4. Yeşil ve kırmızı bayrağın tam ortasında yer alan kalkan motifi ve ortasındaki 12 yıldızlı güneş motifi Osmanlı Devleti'nin dünya hakimiyetini sembolize eder. 12 yıldız 12 burcu temsil eder. Güneş ise bu burçlar üzerinde hareket ettiği için Osmanlı Devleti dünyanın merkezidir. Başka bir yoruma göre ise bu 12 yıldız Osmanlı Devleti'nin 12 eyaletidir.
5. Kırmızı ay yıldızlı bayrak Osmanlı sancağı
6. Yeşil bayrak hilafet sancağı
7. Yeşil ve kırmızı bayrağın üzerlerindeki mızrak Osmanlı Devleti'ndeki mızraklı süvarileri temsil eder.
8. Kırmızı bayrağın sağ tarafındaki tek taraflı teber yani balta tören silahıdır.
9. Tek taraflı teberin hemen altındaki çift taraflı teber Osmanlı ordusunda üst düzeyli görevlilerin kullandığı bir üstünlük sembolüdür.
10. Çift taraflı teberin altındaki sembol mızrak
11. Bu mızrak sembolünün altındaki el sprelikli tören kılıcıdır. 19. yy.da subayların kullandığı bir kılıç türüdür.
12. Bu kılıcın altında ise Osmanlı ordusunun etkin bir şekilde kullandığı top simgesi var.
13. Hemen altında top gülleleri simgesi
14. Top güllelerinin hemen yanında kılıç simgesi
15. Kırmızı sancağın hemen alt bitişiğinde bulunan simge Osmanlı modern mızıka takımının kullandığı borazan
16. Borazanın hemen yanında yay simgesi
17. Yeşil sancağın altında Osmanlı denizcilerini temsil eden çapa simgesi
18. Yeşil sancağın alt bitişiğinde yer alan sembol bereket boynuzu. Aslında bu sembol Osmanlı Devleti geleneğinde kullanılan bir sembol olmasa da İngiliz tasarımcının eklediği bir simgedir ve Osmanlı topraklarının bereketini temsil eder.
19. Sol tarafta kırmızı ve yeşil kitap; üstteki yeşil kitap Kuran-ı Kerim'i, alttaki kırmızı kitap kanunnameleri sembolize eder.
20. Terazi; Osmanlı adaletini sembolize eder.
21. Terazinin hemen üstünde bir asa ve şeşper yani altı dilimli topuz yer alır. Asa, Hz. Musa'nın asasını, şeşper ise üstünlüğü temsil eder.
22. 1840'tan itibaren Osmanlı subaylarının kullandığı toplu tabanca
23. Kılıç
24. Çift taraflı teber
25. III. Selim döneminde Nizam-ı Cedit ile birlikte Osmanlı ordusunun asli silahı olan süngülü tüfek
26. En sağ alt tarafta şefkat nişanı. Bu nişan Osmanlı Devleti'nde II. Abdülhamit tarafından ihdas edilmiştir. Savaş ya da afet gibi olağanüstü durumlarda millete önemli hizmetlerde bulunan kadınlara verilirdi.
27. Şefkat nişanının sol tarafında mecidi nişanı yer alır. Beş dereceli mecidi nişanı başarıya göre kişiye derece derece verilirdi.
28. Mecidi nişanının sol tarafında nişan-ı iftahar yer alır. Sultan Abdülmecid döneminden itibaren üst düzey devlet görevlileri ve askerlere verilmekteydi.
29. Nişan-ı osmani; Sultan Abdülaziz döneminden itibaren üst düzey başarı gösteren devlet hizmetlilerine verilirdi.
30. Nişan-ı al-i imtiyaz; II. Abdülhamit döneminden itibaren devlete önemli hizmetlerde bulunan görevlilere, askerlere ve ilim insanlarına verilirdi.

8 Nisan 2017 Cumartesi

Migren Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Baş ağrısı hemen hemen her insanın ömründe en az bir kere yaşadığı bir sorundur. Baş ağrısının pek çok nedeni olduğu gibi sebeplerine bağlı olarak süresi ve şekli de farklılık gösterebilir. Ancak en çok rahatsızlık verici baş ağrılarının başında migren ağrısı gelir. Her baş ağrısını migrene yormamak gerekir. Bazı belirtiler durumunda şüphelenmek ve bir uzmana başvurmak gerekir.
1) Migren Belirtileri Nelerdir?
Şakak, ense ve başın üst tarafına etki eden şiddetli ağrı. (Bu ağrı tüm baş bölgesinde de etkili olabilir)
Mide bulantısı
Halsizlik
Koku, ses ve ışığa karşı aşırı hassasiyet
Bazı durumlarda ishal ve kusma
Bozuk görme
Konuşma güçlüğü
Baş dönmesi
Bu belirtilerden bir kaçı birlikte görülüyorsa migrenden şüphelenilmelidir. Konuşma güçlüğü ve bulanık görme gibi durumlar tek başına migreni düşündürmemelidir.
2) Migren neden olur? 
Beyindeki bir hastalıktan ziyade bioelektriksel bir rahatsızlık olarak tanımlanır. Bu nedenle migren ağrısının sebepleri arasında üzüntü, yorgunluk, stres, çok uyumak ya da uykusuzluk, uzun süren açlık durumu, ağır kokular, hormonal değişiklikler, hava değişimi sayılabilir.
3) Migren Tedavisi Nedir?
Migren ağrısı durumunda ağrıyı kesmek için herhangi bir ağrı kesici ilaç almak uygun değildir. Bir uzman tavsiyesiyle migren ağrısı için kullanılan ağrı kesicileri kullanmak gerekir. Ağrı kesici dışında son dönemlerde migren ağrısı için uygulanan bazı yöntemler vardır. Bunlardan en etkili ve yaygın olanları akupunktur, hipnoz ve noral terapidir.

Sivilcelere İyi Gelen Vitaminler

Sivilceler, sinek küçük ama mide bulandırır atasözü misali bize oldukça rahatsızlık verebilir. Her ne kadar ergenlik döneminde çıkan sivilceler olağan hormonal değişikliklere bağlı olarak normal kabul edilse de hayatımızın farklı evrelerinde de vücudumuzun çeşitli bölgelerinde çıkabilir.
Sivilcelerin en fazla görüldüğü bölge yüzümüzdür ve nitekim en çok canımızı sıkan da yüz bölgesinde çıkan sivilcelerdir. Bu tip sivilcelerin en büyük sebebi yağlı bir cilde sahip olmaktır.
Ancak sivilcelerin ortaya çıkması pek çok farklı sebebe bağlanabilir. Kadınlarda belli dönemlerde meydana gelen hormonal değişikliklere bağlı olarak, yanlış beslenme sonucu, stres ya da bazı sağlık problemleri sebebiyle sivilce görülebilir. Her şeyden önce yapılması gereken sivilce probleminin kaynağını tespit etmektir.
Cilt üzerine uygulanan bazı krem ve kozmetik ürünler sivilceleri kurutarak geçmesini sağlayabilir ancak sorunun kaynağı tespit edilmediği takdirde bu sivilcelerin tekrarlanması olasıdır. O nedenle az önce de belirttiğim gibi sorunun kaynağını tespit ederek işe başlamak en doğrusudur.
Sivilcelerin çıkmasını engellemek için her şeyden önce doğru ve dengeli beslenmek, aşırı yağlı yiyeceklerden ve abur cuburdan, sinir stresten uzak durmak gerekir. Ancak eğer başka bir sağlık probleminden kaynaklanıyorsa bir uzmana başvurup gerekli önlemleri almak gerekir.
Dengeli ve doğru beslenme konusunda en önemli şeylerden biri vitamin ve minarellerdir. Bunun için cilde iyi gelen ve dolayısıyla sivilcelerin ortaya çıkmasını engellleyebilecek vitaminler vardır.
A ve E vitamini antioksidan ve hücre yenileyici etkiye sahiptir. Cildinizi besler ve sağlıklı sivilcesiz cilde sahip olmanıza yardımcı olur. A vitamini en çok süt, yumurtanın sarısı ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. E vitamini ise fındık, badem, zeytinyağı ve yeşil yapraklılardır.
Uzmanlara göre ciltteki sivilce problemlerinin en yaygın görülen sebebi vücuttaki çinko eksikliğidir. Dolayısıyla sivilcesiz bir cilt için vücuda gerekli miktarda çinko depolamak gerekiyor. En iyi çinko kaynağı ise midye...

16 Mart 2017 Perşembe

Nevruz (21 Mart Bahar Bayramı)

Nevruz 21 Mart tarihinde baharın gelişini müjdeleyen bir bayram olarak kutlanır. Kelime anlamı "yeni gün" olan Nevruz sadece Türkiye'de değil dünyada pek çok bölgede bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi tüm Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde kutlanmasının yanı sıra İran, Afganistan gibi ülkelerde de baharın müjdecisi olarak kutlanan Nevruz Kürt ve Arap dünyası tarafından da coşkuyla kutlanmaktadır. Hatta yukarıda saydığımız Türk Cumhuriyetleri'nde 21 Mart, 1991 yılından itibaren resmi bayram olarak kutlanmaktadır
Türk tarihiyle ilgili en eski en köklü bilgileri Çin kaynaklarından elde ederiz ve bu eski Çin kaynaklarına göre Nevruz milattan yüzlerce yıl öncesinde bile Türk dünyasında kutlanmaktaydı. 21 Mart Nevruz bayramı ve Türkler hakkında tarihsel veriler şöyledir;
-Türkler'in Ergenekon'dan çıkış tarihi 21 Mart'tır. Bu yüzden Türkler 21 Mart'ı kurtuluş günü olarak kabul etmişti
-Türkler'e ait bir takvim olan 12 Hayvanlı Türk Takvimi'nin başlangıcı 21 Mart'tır
-Oğuz Kağan 21 Mart'ın gelişini törenlerle kutlardı
-Hun Türkler'i 21 Mart'ta kırlarda yemekler yer, şölenler düzenlerdi
Nevruz tüm kültürlerde genel olarak ateş yakılması ve üstünden atlanması -ki bazı bölgelerde su üzerinden atlamak da bir gelenek olmuştur- ve çeşitli aktivitelerle kutlanmaktadır.

Türkiye'de En Çok Göç Veren ve Göç Alan Şehirler

Gelişmiş ve büyük şehirlerdeki gelişmiş imkanlar sebebiyle Türkiye'de ülke içi yer değiştirmeler yoğun olarak yaşanıyor. Özellikle geçim sıkıntısı ve iş bulma derdiyle ciddi bir nüfus bu göç dalgasına katılıyor. Bu sayı her yıl yüzbinleri ve hatta milyonları bulabiliyor. Türkiye İstatistik Kurumu yıllık olarak yaşanan göçler hakkında bize bilgi veriyor.
Ülkemiz 81 ilden oluşuyor. Bu 81 il içinden tam 50'si 2015 yılında yoğun bir göç vermiş. Buna karşılık göç alan şehir sayısı ise 30. 
2015 yılı göç istatistiklerine göre Türkiye'de en fazla göç veren iller doğu illerimiz. Bunların başında Diyarbakır, Van, Muş, Şırnak, Erzurum, Şanlıurfa ve Mardin geliyor. Ayrıca Adana, Yozgat ve Hatay gibi illerde büyük oranda göç veriyor. En az göç veren il ise Konya.
Peki bu göçler en çok hangi şehirlere yapılıyor? Elbette iş imkanlarının ve sosyal imkanların daha fazla olduğu büyük şehirler bu konuda başı çekiyor.
İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Kocaeli, Antalya, Bursa, Eskişehir, Tekirdağ ve Sakarya illeri Türkiye'de 2015 yılında en çok göç edilen şehirlerimiz oldu.

9 Mart 2017 Perşembe

Kıyamet Alametleri

Ahir dünya bir gün kıyameti yaşayacak ancak bunun ne zaman olacağını elbette Allahu Teala'dan başkası bilemez. Fakat kıyamet öncesi yeryüzünde insanoğluna kıyameti haber veren bazı işaretler belirecek. Bu işaretlere Kuran-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde rastlamak mümkündür.
Bu işaretler küçük ve büyük alametler olarak sınıflandırılmaktadır. Ancak her ne kadar kıyamet habercisi işaretler olarak belirtilse de burada uzun vadeli bir süreç söz konusudur. Örnek vermek gerekirse; savaşlar ve kaos yüzyıllar öncesinden günümüze insanoğlunun yaşamakta olduğu küçük kıyamet alametlerindendir.
Küçük Kıyamet Alametleri:
-İki İslam ordusu arasındaki savaş
-Cinayetlerin artması
-Yahudi ve Müslümanlar arasındaki savaşlar ( Bu olay Peygamber Efendimiz döneminde yaşanmıştı ve günümüzde de Müslüman Filistin halkı ile Yahudi İsrail halkı arasındaki çatışmalar devam edegelmektedir)
-Zinanın artması
-Dünya kadın nüfus oranının erkek nüfus oranından fazla olması
-Fırat nehrinin sularının çekilmesi ve burada altın çıkması
-Sık depremlerin yaşanması
Bu saydığımız küçük kıyamet alametlerin çoğunluğu insanoğlunun iradesi dahilinde ve onun davranışlarıyla doğrudan ilgilidir. Ancak büyük alametler tamamen insanoğlunun kontrolü dışında gerçekleşecek olan 10 işaretten oluşur.
Büyük Kıyamet Alametleri;
1. Tüm dünyayı yoğun bir duman kaplayacak ve yeryüzünü 40 gün sonunda terk edecek
2. Güneş batıdan doğacak
3. Arap yarımadasında yer çöküntüsü olacak
4. Hicaz bölgesinden büyük bir ateş yükselecek
5. Sağ gözü kör olan bir deccal Müslümanlar arasına fitne sokacak. 40 gün sonunda diğer bir kıyamet alameti olan Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesiyle O'nun tarafından öldürülecek.
6. Hz. İsa yeryüzüne inerek önce Deccal'i öldürecek, Hristiyanları İslam'a çağıracak ve ardından ölecek
7. Dabbetü'l -arz denilen hayvansı bir yaratık ortaya çıkaraj Hz. Musa'nın asasıyla mümünlerin yüzünü aydınlatırken Hz. Süleyman'ın mührü ile de günahkarların burnunu kıracak
8. Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzüne gelerek insanlar arasında bozgunculuk yapacak
9.Doğuda ve batıda yer çöküntüsü gerçekleşecek
10. İsrafil sura üfleyecek ve İsrafil'in suru üflemesiyle kıyamet kopacak

A Vitamini İçeren Yiyecekler Hangileridir?

Vücut sağlığı için vitaminler olmazsa olmazlardandır. Doğru bir beslenme için gerekli vitaminler yeterli miktarlarda tüketilmelidir. A vitamini de bunlardan biridir. Faydaları saymakla bitmeyen A vitamini en çok gözlerimiz için faydalıdır. A vitamini eksikliği çok sık görülen bir problem olmasa da böyle bir durum körlüğe kadar giden ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. A vitamini eksikliği ayrıca akne, egzama gibi cilt problemlerine de yol açabilir.
Bunun dışında A vitamininin faydaları şöyledir;
-Böbrek ve akciğer enfeksiyonlarına karşı korur
-Mükemmel bir antioksidandır. Hücreleri yenileyerek cildi gençleştirir ve kansere karşı koruyucu bir etkisi vardır
Peki A vitamini hangi besinlerde bulunur?
En önemli A vitamini kaynaklarının başında balık ve balık yağı vardır.
Görevi A vitamini depolamak olan karaciğer de iyi bir A vitamini kaynağıdır.
A vitamini kaynağı sebzeler;
Brokoli, patates, kabak, ıspanak.
A vitamini sarı ve turuncu renkteki havuç, portakal, kavun, şeftali gibi meyvelerde vardır.



8 Mart 2017 Çarşamba

Günlük Alınması Gereken Protein Miktarı Nedir?

Protein, vücudumuzun sağlığı için oldukça önemli bir yere sahiptir. Zira hücrelerin yenilenmesi için protein önemli bir göreve sahiptir. Vücudumuz kendi kendine protein üretemez ve bu nedenle her gün belli miktarlarda düzenli olarak protein tüketmeli ve böylece hücrelerimizin yenilenmesini sağlayarak sağlığımızı korumalıyız. Sağlığımızı korumanın yanında gerekli olan enerjinin bir miktarını da sağlamış oluruz.
Özellikle çocukların gerekli olan enerji açısından düzenli bir şekilde protein tüketmesi gerekmektedir. Zaten bebekler doğdukları andan itibaren protein almaya başlarlar. Çünkü anne sütü iyi bir protein kaynağıdır. Ancak protein tüketilirken dikkat edilmesi gereken noktalardan biri günlük tüketim oranını aşmamaktır. Her şeyde olduğu gibi protein tüketiminin fazlası da özellikle yetişkinlerde kolesterol ve kalp konusunda zararlı olabilir.
Protein kaynakları hayvansal ve bitkisel olmak üzere iki ana grupta yer alır.
Hayvansal protein kaynakları kırmızı et, beyaz et, süt ve yumurta olarak özetlenebilir.
Bitkisel protein ise baklagiller, tahıllar, fasulye, fındık, fıstık ve badem gibi gıdalarda bulunur.
Peki günlük protein tüketim miktarı ne kadar olmalıdır? Bu durum kişilerin yaşına, cinsiyetine, boy ve kilosuna göre farklılık gösterebilmektedir. Ortalama değerler ile günlük protein tüketim miktarı şu oranlarda olmalıdır;
-Kadınlar 50-60 gram
-Erkekler 60-70 gram
-4-6 yaş arası çocuklar 20-25 gram
-7-10 yaş arası çocuklar 25-30 gram
-emziren anneler 100 gram
-hamileler 70-80 gram
Günlük protein alımı dışında karbonhidrat, kalsiyum gibi faktörler de yeterli miktarlarda alınmalıdır.

2 Mart 2017 Perşembe

Altınotunun Sağlığa Yararları

Altınotu ülkemizde pek bilinmeyen oldukça faydalı bir bitkidir. Sarı sarı, top top, ilk bakışta üzümü andıran bu bitki çay gibi demlenip günde iki üç kez tüketilebilir. Aktarlarda ya da marketler de sallama çay gibi hazır olarak satılmaktadır.
Böbrek taşı gibi vücuda oldukça ağrı ve sıkıntı veren rahatsızlığı ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Düzenli olarak tüketilirse böbrek taşlarını eritmeye yardımcı olur.
İdrar yolları rahatsızlıklarına iyi gelir, idrar söktürücü bir etkisi vardır. İdrar yolu ve mesane iltihabını gidermeye yardımcı bir etkisi vardır.
Romatizmal rahatsızlıklarda etkilidir. Eklem ağrılarını giderir ve eklemleri rahatlatır.
Zayıflamak, kilo vermek isteyenlerin de amacına hizmet edebilecek bir bitkidir. Zira altınotu bitki çayı kişiye tokluk hissi vererek çok yemeyi engeller ve böylece ideal kiloya ulaşmaya yardım eder.
Varis ve egzama şikayetlerinde kullanılabilir. Cilt üzerine uygulandığında yara iyileştirici bir etkisi vardır.
Altınotu doğal bir antibiyotik ve antiseptik özellik taşır.


Andızotunun Sağlığa Yararları

Sarı rengi, ince yaprakları ve keskin kokusuyla andızotu bir süs bitkisi görünümünün yanı sıra sağlık için de oldukça faydalı bir bitkidir.
Nezle denilince ilk çare olarak düşünülen adaçayı gibi andızotu da nezle ve grip gibi hastalıkların ortaya çıkardığı sıkıntılardan kurtulmaya yardımcı olur. Çay gibi demlenip içildiğinde öksürüğe iyi gelir ve göğsü yumuşatır. Nezle ve grip hastalığında en iyi iyileşme yöntemlerinden biri vücuttan yeteri kadar ter atmaktır. Andızotu vücudun terlemesine ve toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.
Mide bulantısı şikayeti olanlar andızotunu demleyip içerse midelerinin rahatladığını hissedebilirler. Hatta ülseri olanlar da bu bitki çayını tüketebilirler.
Çalışma hayatı yoğun olanlar ya da gün içinde kendini yorgun hissedenler için de ideal bir bitki çayı olabilir. Zira andızotu çayı vücudu zinde tutar, enerji verir.
Tarihte, modern tıptan önce bir çok rahatsızlık bitkiler yoluyla tedavi edilirdi. Alternatif tıbbın mucizelerinden biri olan andızotu tarihte verem gibi ciddi bir hastalığa karşı da kullanılmaktaydı.
Nezle ve grip dışında astım bronşit gibi rahatsızlıklar için de idealdir. Nefesi rahatlatır.
Andızotu sadece bitki çayı olarak kullanılmaz. Bu bitki yara iyileştirici bir özelliğe de sahiptir. Cilde uygulandığında egzama rahatsızlığına iyi gelir, yaraları da hızla iyileştirir.
Her bitki çayı gibi andızotunun tüketiminde de aşırıya kaçılmamalıdır. Aksi takdirde mide bulantısı, ishal gibi şikayetlere yol açarak faydadan çok zarar getirir.

28 Şubat 2017 Salı

Adaçayının Sağlığımıza Faydaları

Doğal bir antibiyotik olan adaçayı sağlığımız için oldukça faydalı bir bitkidir. Adaçayını millet olarak çay gibi demleyip içeriz ancak içecek olarak tüketilmesinin dışında yemeklere de katılabilir.
Adaçayının vücudumuz için faydaları şöyledir;
-Nezle ve grip gibi hastalıkların ortaya çıkardığı rahatsızlıklara iyi gelir. Boğaz ağrısı ve öksürük gibi...
-Düzenli bir şekilde tüketildiğinde hafıza üzerinde çok olumlu bir etkisi vardır. Özellikle öğrenciler için faydalıdır çünkü zihin açıklığı yapar ve hafızayı güçlendirici bir etkisi vardır.
-Yine düzenli şekilde tüketildiğinde dişler üzerinde de oldukça olumlu bir etkisi vardır. Dişleri güçlendirir ve sağlıklı diş etlerine kavuşturur. Diş eti iltihaplarından da bizleri korur.
-Kanımızı temizleyerek zararlı toksinleri vücudumuzdan atmaya yardımcı olur.
-Adaçayını tüketmesi gerekenler özellikle karaciğer, tansiyon ve astım hastalarıdır. Çünkü karaciğer hastalıklarına iyi gelir, yüksek tansiyonu dengeler ve astım hastası olanları rahatlatır.
-Mide bulantısını keser
-Östrojen içerdiği için adet düzensizliğini ortadan kaldırır.
-Menopozun ortaya çıkardığı sıkıntılara iyi gelir
-Vücudu rahatlatıcı etkisi nedeniyle uyumadan önce içilirse rahat bir uyku sağlar.
Adaçayının faydaları saymakla bitmez. Ancak belli rahatsızlıklar için düzenli bir şekilde tüketilmesi gerekir. Ancak bitki çayı olsa da bilinçli tüketmekte fayda var. Bilinçsizce tüketildiğinde her şey gibi adaçayı da zarar getirebilir.
Her bitki çayı günde 2-3 fincandan fazla tüketilmemelidir. Doğal bir östrojen kaynağı olan adaçayı özellikle erkekler tarafından aşırı tüketilmemelidir.
Bir de bazı kişilerin adaçayını hiç tüketmemesinde fayda vardır. Düşük tehlikesine sebep olabileceği ihtimalinden dolayı bebek bekleyen anne adayları yani hamileler kullanmamalıdır. Anne sütünü azaltma ihtimalinden dolayı da emziren anneler adaçayı tüketiminden kaçınmalıdır.
Bilinçli tüketim dışında adaçayını doğru bir şekilde demlemek, aşırı kaynatmaktan kesinlikle kaçınmak gerekir. Zira adaçayı gereğinden fazla kaynatılırsa içeriğinde zararlı maddeler açığa çıkabilir.

Prolaktin Hormonu ve Prolaktin Yüksekliği

Kusursuz bir makine gibi işleyen insan vücudunda beynimiz merkez görevini üstlenir ve tüm organlara komut göndererek bu makinenin düzgün bir şekilde çalışmasını sağlar. Eğer bu işleyişte bir sıkıntı olursa bunun sinyallerini de bize bildirir.
Kadın olsun erkek olsun durum aynıdır ve hormonal denge de bu işleyişte önemlidir. Özellikle kadınlara özgü bir takım hormonların düzenli ve dengeli işleyişi sağlık için son derece önemlidir. Bu hormonlar lh, fsh, estradol ve elbette yazımızın konusu olan prolaktin hormonudur.
Bazı durumlarda diğer hormon değerleri gibi prolaktin hormonunun değeri de düşük ya da yüksek çıkabilir.
Peki prolaktin hormonu değerleri neden değişir ya da düşük ve yüksek olması durumunda hangi sıkıntılar ortaya çıkar?
Vücudumuzun ana makinesi olan beynimizdeki hipofiz bezinden salgılanan prolaktin hormonunun ana görevi süt üretmektir. Yani hamile olan ve doğum yapmış olan annelerde prolaktin hormonu yükselir ki bebeğine anne sütü verebilmek için gerekli olan süt üretilebilsin. Ancak hamilelik ve doğum gibi durumlar dışında da prolaktin hormonu değerleri dengesiz çıkabilir. Prolaktin hormonunun halk arasında bilinen adı "stres hormonu"dur. Bu adından da anlaşılacağı üzere prolaktin hormonunun aşırı stres durumlarında artış gösterdiği düşünülmektedir. Doktorlar prolaktin hormonu yüksekliğinin gebelik ve doğum dışında yükselmesinin sebebinin kesin olarak bilinmediğini belirtir. Ancak yine de bununla ilgili bazı sebepler ortaya konulmaktadır. Bu sebepler şöyle sıralanabilir;
-Aşırı stres
-Aşırı protein tüketimi
-Bir takım depresyon ilaçları
-Tansiyon ilaçları
-Doğum kontrol hapları
-Meme uçlarının uyarılması
-Hipofiz bezinde adenom denilen "iyi huylu bir tümörün varlığı
-Siroz
-Böbrek yetmezliği
-Polikistik over sendromu
Prolaktin hormonun yüksekliği durumunda emziren bir anne olmamasına rağmen göğüslerden süt gelmesi olağandır. Bunun dışında prolaktin yüksekliği adet düzensizliği, adet kanama miktarının az olması gibi şikayetlere sebep olabilir.
Basit bir kan tahliliyle hormon değerleri ortaya konulur ve bu durumun doktorun yönlendirmesiyle normalleştirilmesi gerekir.
Bir çok durumda prolaktin yüksekliği olan kadınlar bunu fark edemeyebilir. En sık olarak gebe kalamama şikayetiyle doktora başvuran kadınlar prolaktin yüksekliği olduğunu öğrenebilirler.
Ancak prolaktin yüksekliği doktorun önerdiği basit bir ilaç tedavisiyle kontrol altına alınabilir.
Yükselmemesi için ise aşırı stresten uzak durmak önemlidir.

23 Şubat 2017 Perşembe

Tarihin Konusu ve Yöntemleri Nelerdir?

Tarih, sosyal bir bilim dalıdır. Günümüzde tarih bilimi anlayışı çağın gereklerine göre çok daha gelişmiş yöntemler ile yapıldığından elde edilen veriler daha sağlam kaynaklara dayanır. Bunun en büyük sebeplerinden biri tarih biliminin, diğer bir çok bilim dalıyla işbirliği içinde olmasıdır. Bu yardımcı bilim dallarının başında da arkeoloji gelir. Arkeolojik kazıların yaygınlaşması tarihten gelen bilgilere daha kuvvetli ışık tutulmasını sağlamıştır. Tarih bilimindeki gelişmeler sonucu elde edilen bilgiler de çok daha geniş kitlelere ulaşır hale gelmiştir.
Tarih, geçmiştir. Ancak geçmişteki her şey salt tarih biliminin konusu değildir. Bir şeyin tarih biliminin konusu olabilmesi için, içinde “insan” faktörünü barındırması gerekir. Yani tarih bilimi geçmişte insanoğlunun her türlü faaliyetini ele alır. Savaşlar ve barışlarla sınırlı değildir. Geçmişteki insanların yaşam tarzları, inançları, konuştukları diller, göçler, yaptıkları ticaretler… Ya da doğal bir afet sonucu veya salgın bir hastalıktan toplumun nasıl etkilendiği gibi…
Tarihin bir bilim dalı olduğunu belirtmiştik. Bir bilim dalı olması nedeniyle tarih alanında araştırma yapılırken belirli yöntemlerin izlenmesi gerekmekte ve bu yöntemlerin belli bir sırayla izlenmesi gerekmektedir.
Tarih araştırma yöntemleri sırasıyla şöyledir;

  1. Tarama (Kaynak tarama): Konuyla ilgili tüm yazılı, sözlü, görsel her türlü kaynak elde edilir.
  2. Tasnif (Sınıflandırma): Elde edilen kaynaklar mekana, yere ya da zamana göre tasnif edilir.
  3. Tahlil (Analiz): Bilgilerin analizi yapılır
  4. Tenkit (Eleştiri): Elde edilen bilgiler objektif bakış açısıyla değerlendirilir. Doğruluğu ya da yanlışlığı tespit edilir.
  5. Tahlil (Sentez): Bu son aşamada tüm veriler bir araya getirilerek araştırma sonlandırılır.

Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Evlilik İşlemleri

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da yurt dışında bir ülkede evlenmek isteyenler hangi yolları izlemelidir?
Türk vatandaşlarının yurt dışında evlenebilmesi için öncelikle o ülkenin dış temsilcilikte evliliğe dair engelleyici bir kuralının olmaması gerekiyor. Böyle bir yasak olmaması halinde hem kadın hem erkek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise o ülkenin dış temsilciliğinde nikahlanabilirler.
Ancak taraflardan biri çift vatandaşlığa sahipse ya da yabancı ülke vatandaşı ise dış temsilcilikte nikah gerçekleştirilemez. Bunu yapacak olan makam yabancı yerel makamlardır.
Dünyanın pek çok ülkesinde konsoloslukta nikah yapılmasına engel yoktur. Ancak her ikisi de Türk vatandaşı olmasına rağmen dış temsilcilikte nikah yapılması yasak olan bazı ülkeler vardır.
Bu ülkeler;
-Arjantin
-Avusturya
-Avustralya
-Danimarka
-Estonya
-Finlandiya
-İngiltere
-İrlanda
-İsviçre
-Kanada
-Şili
-Yeni Zelanda
Gibi ülkelerdir.

Peki yurt dışında evlenmek için hangi işlemler yapılmalıdır?
Evlilik için, yukarıda sayılan yurt dışında dış temsilcilikte evlenme engeli olmayan ülkedeki dış temsilciliğe evlenecek olan çift birlikte gider ve burada kendilerine verilecek olan beyan formunu doldurup birlikte imzalar ve böylece başvuruyu yapmış olurlar. Bu başvuru özel olarak verilecek vekaletname ile bir vekil aracılığıyla da yapılabilir.

Verilecek olan randevu ile belirtilen gün ve saatte şahitler huzurunda dış temsilcilikte nikah kıyılır ve çifte uluslar arası aile cüzdanı verilir. 

Chinchilla Kedisinin Özellikleri ve Bakımı

              En sevimli kedi türlerinden İran kökenli Chinchilla, mavi ya da yeşil, sürmeli gözleri, yumuşacık tüyleriyle kedi severlerin evinde beslemek istediği kedilerdendir.
Her kedi gibi bunlar da ilgi görmekten ve sevilmekten inanılmaz haz duyarlar. Bu gösterilen sevginin karşılığını da göstermekten çekinmezler.
             “Evcil” teriminin hakkını verirler çünkü evde vakit geçirmekten çok hoşlanırlar.
Beyaz-gri renge sahip olan bu kediler ilk doğduklarında daha koyu bir renge sahip olmalarına rağmen büyüdükçe renkleri açılır.
              Her evcil hayvan gibi Chinchilla’nın da düzenli olarak fırçayla taranması gerekir. Bu işlem hem onun uzun tüylerinin karışmamasını sağlarken diğer yandan dökülmeyi en aza indirir. Fırçalama işlemi yapılırken tüylerin düğümlenme olasılığının en fazla olduğu bölge olan koltukaltı ve göbek bölgesinin daha özenle taranması gerekir. Her gün en az 10 dakika kadar düzenli olarak taranmalıdır. Tüye karşı hassasiyeti olanlar için evde Chinchilla beslemek doğru bir fikir değildir. Çünkü özellikle bahar aylarında fazlasıyla tüy dökerler.
             Chinchilla yaşam süresi ortalam 13-14 senedir.
             Chinchilla geçimi zor bir kedi değildir. Diğer kedilerle iyi geçinmeyi bilir ve onlarla oyun oynamaya bayılır. Aynı şekilde çocukları da sever